Lazca.org / DERİNCE ANALİZ

DERİNCE ANALİZ


 

DERİNCE ANALİZ

 

30 Mart 2014 Pazar günü yerel seçimler var. Partiler ve adayları aylar öncesinden çalışmaya başladılar. 30 Mart bir tarih olarak içimi acıtsa da Türkiye tarihinde onurlu bir direnişin destanı olarak yerini almıştır. Bu tarihin onurlu anlamını ne hiçbir seçim, ne hiçbir kazanan ne de hiçbir kaybeden silemeyecektir. Bu inançla ülkemin seçim atmosferi seyrimi sürdürmekteyim.

Seçim çalışmalarının aylar öncesinden başlatıldığını söyledik. Zemin o kadar kayganlaşmış ki bazı adayların hangi partide duracakları kestirilemiyor. Bir diğer konu adaylara bakıyoruz; ikinci kez, üçüncü kez, olmadı dördüncü kez, yetmedi beşinci kez seçilecek adaylar var. Allah’ım, bu demokrasi nelere kadirmiş meğer. Mitingler, yürüyüşler, afişler ve bayraklarla yapılan çevre kirliliğinin yanında kulakların tahammül edemediği gürültü kirliliğiyle yüz milyonlarca Lira sokağa dökülüp bu ilkel gelenek sürdürülecek. Ve bu seçimin ülkemiz insanları için hayırlara vesile olması dilenecek. Allah kabul etsin diyelim.

İşte bu atmosfer içinde yerel seçimlere doğru yol alınırken ülkemizde yaşanan olaylara da hiç değilse göz ucuyla değinelim. 17 Aralıkta başlatılan yolsuzluk operasyonunun asıl amacının iktidarı devirmek olduğu senaryoları yazılıp çizilmekte. Yaratılmaya çalışılan bu imaj pek inandırıcı olmasa da iktidar kanadı yapılan her operasyonun ve atılan her adımın seçimleri hedef aldığını söylemekte. Yani Sayın Erdoğan’ın ifadesiyle dost-modern bir darbe. Ortaya çıkan durumlar bunun inandırıcı olmadığını gösterse bile bu savı destekleyen yandaş medya grubunun yanında sanki kayıtsız şartsız bağlılık gösteren akademik bir grup da var. Oysa operasyonda adı geçenlere bakıldığında en çok da iktidar yönünden aklanmaya muhtaç bir durumun olduğu ortada. Yani akıl erdirmek mümkün değil.


Babalar ve oğulları, bacanakları baldızları, torunları torbaları, kolileri çuvalları, hacıları hocaları derken tekmili birden iktidara hazırlanan bir komplonun içine sürüklendiği söylenmekte. Derin devletin kökünün kazındığı söylenirken aynı konumda bir paralel devlet yapısının karşımıza çıkarılması ne anlama geliyor? Sayın Demirel’in ifadesiyle özetlersek derin devlet, devletin kendisidir. Bunun anlamı Teşkilat-ı Mahsusa’ya kadar derinleşen bu yapının devlet içinde muhafaza edilmesidir. Sadece Ergenekon, darbe, kirli operasyon ve mevcut iktidarı ele geçirme çabaları gibi tanıtmak, belki iyi niyetli bir yaklaşımla derin devletin bilinemediği söylenebilirdi. Ama buradaki asıl çelişki bu değil. Asıl çelişki çıkarlar çatışmasındadır. Yoksa meşruiyet sınırları dışında uygulanan yaptırımlar ve engellemelerin hepsi devletin derin yapılanmasıdır. İşine gelince derin devletin, derin yapılmanın yanında olacaksın, şimdi ayağına basılınca avazın çıktığı kadar bağıracaksın. Buna en son örnek Gezi olaylarında iktidarın takındığı tavırdır. Altı ay önce polisin destan yazdığını söyleyen iktidar, iş yolsuzluk ve rüşvete gelince teşkilatı darmadağın ediyor. Yolsuzlukla ilgili soruşturma başlatan bütün savcı ve operasyonu yürüten polis anında görevden alınıyor. İktidar sanki yolsuzlukla mücadele değil de yolsuzluğa paralel bir mücadele yürütüyor. Böyle bir atmosfer içinde gidilecek seçimlerde de aynı adaylar üçüncü kez, beşinci kez seçilmiş olacak. Zaten bir türlü özerk olamayan yerel yönetimler artık tamamen iktidara bağlanmış olacak.


Bir de HSYK ve yargı konusu var ki seçim atmosferinin üzerini örtmüş durumda. Televizyonlarda yerel seçimlerin esemesi yok. Neredeyse her kanalda her akşam HSYK ve yargının durumu konuşulmakta. HSYK ve yargı 2010 yılında yapılan referandumun en önemli içeriği idi. Yüzbinlerce kişi "yetmez ama evet” demişti. Beğeniriz beğenmeyiz ayrı bir konu ama bu evetlerin desteğiyle HSYK özerk bir yapıya kavuşturulmuştu. Şimdi yapılmak istenen HSYK’yı tekrar adalet bakanlığına bağlayıp iktidarın güdümüne almak. El insaf be! Daha üç sene geçmedi. Adama sormazlar mı o referandum niye yapıldı diye. Bu karmaşa içinde yerel seçimlere yürüyoruz. Eğer diyebiliyorsak hadi hayırlısı!


Yerel seçimleri en çok ilgilendiren çevre felaketlerine değinmeden de geçemeyeceğim. İnsanlığa bırakılacak en büyük ortak miras yaşanabilir bir çevredir. Bu ortak miras maddi ve manevi olarak tüm insanları kapsar. Tek başına bir insanın olamayacağı gibi, tek bir topluma ve tek bir ulusa da ait değildir. Fukuşima ve Çernobil nükleer tehlikesi insanlığın ne kadar ortak sorunuysa ülkemizin herhangi bir köşesinde yaşanacak bir çevre felaketi de insanlığın ortak sorunudur. Bunların korunması, yaşanabilir tutulması ancak özerk yerel yönetimlerle mümkündür. Merkezi hükümetin güdümünde olan belediyelerde öncelik partiye hizmettir. Doğamızı talan eden, derelerimizi kurutan, neredeyse şehir merkezlerinde bile dikilmek istenen utanç abidesi HES’lere karşı yerel yöneticilerin sesleri çıkmamakta. Köylülerin ve çevreye duyarlı insanların verdikleri mücadele çeşitli entrikalarla bastırılmakta. Tüm engellemelere rağmen kazanılan mahkeme ve yargı kararları yandaş belediyelerin yandaş meclis çoğunluklarıyla aşılmakta. Görülüyor ki kazanmanın haklı olmayı değil de güçlü olmayı gerektirdiği bir düzende bu yarışın galipleri de insanlığın ortak mirasına ihanet edenler olacaktır. Bir gün bütün seçimleri insanlığın kazanması umuduyla.

Kâmil Aksoylu

15-01-2014, 16:32
Geri gel