Lazca.org / Demokratik Eğitim (1)

Demokratik Eğitim (1)

Demokratik Eğitim (1)
Kamil Aksoylu Toroci

Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olur.

Sakallı Celal

 


Geçtiğimiz hafta (03-07 Şubat) Eğitim Sen 5. Demokratik Eğitim Kurultayı yapıldı. Akademisyenler, eğitim uzmanları, sendikalar ve demokratik kurum temsilcileri ile yabancı gözlemci ve konuşmacıların da bulunduğu, eğitimle ilgili tüm sorunların masaya yatırıldığı katılımı yüksek başarılı bir kurultay gerçekleştirildi. Eğitimde Resmi Dil Politikaları ve Anadilinde Eğitim sorunlarının konuşulduğu kurultayın 3. Günü beni de davet etmişlerdi. Akademisyenler ve eğitimcilerden oluşan 8 kişilik konuşmacı grupta sanırım bir tek bendeniz uzman olmayan vasıfsız kişiydim. Herkese 15’er dakikalık bir konuşma süresi verildi. Koca dosyalarla sunum yapmaya gelen hocalar konuşmalarını mümkün mertebe önemli başlıklar halinde 15 dakikaya sığdırmaya çalıştılar. 

 

Çukurova Üniversitesinden Doç. Dr. Cahit Aslan’la Türkiye’de Çerkes (Adige) Dilinin Konumu ve Sorunları üzerine başlayan sunum ve konuşma Kâmil Aksoylu’nun Lazca üzerine konuşmasıyla sona erdi.  (Program için http://www.egitimsen.org.tr/ekler/b92e09851213e16_ek.pdf)

Son konuşmacı olmanın zaman açısından biraz avantaja dönüşeceğini düşünerek konuşmamı eğitimimizdeki temel sorunlar ve anadilinde eğitim bağlamında Lazcanın durumu ve eğitim açısından resmi engeller üzerine kurguladım. Benim dosyam falan yoktu ama iki sayfaya konuşlandırdığım konu başlıklarım vardı. Hiç değilse bu konuların yarısına değinmeliydim. Tabii ki düşündüğümüz gibi olmayıp aynı süre içinde, hatta daha da kısaca konuyu toparlamam istendi. Birçok konuya değinemeden tabiri caizse 15 dakikalık at koşturmaca bir konuşma yaptık. 


Orada konuştuklarımız orada kalmamalı elbette. Demokratik eğitim dediğimizde sorun sadece anadilde eğitim sorunları gibi algılanmamalı. Çivisi çıkmış eğitim sistemimiz üzerine de birkaç şey söylemek gerekir. Bizim eğitimimiz genelde sorunlu ve hastalıklıdır. Akademisyeni olsun, yazarı, aydını ve eğitimcisi olsun bu alanda konuşurken öncelikle vurguladıkları bir şey hep dikkatimi çeker. Demokrasi. On yıllardır binlerce kişi nedense hep aynı tarifi yapar. Söylemekle ağız aşınmaz elbette de başka bir atasözümüz de "Söylemekle değil, yapmakla olur” der. Oysa demokrasinin anahtarı, düğümü ve tek aktörü halk değil midir? Tarifte bir kusur yok, artık tarif etmeyiniz. Kusur uygulamada.

 

Dünyanın hiçbir gelişmiş ülkesinde görülmeyen bu sistemi ayakta tutmak nasıl bir anlayış. Öncelikle bunu sorgulamak geremiyor mu? Elbette ki hiçbir ülke ya da model taklit edilmemeli ama eğitimde başarılı olan ülkelerden faydalanılmalı. Son yıllarda her sene değişen bir yapboz eğitim sistemi aldı başını yürüdü. Yüz yıllık bir cumhuriyet devletinde oturtulamayan bir yapboz eğitim sistemini sürdüren ve bize habire demokrasi tarifleri yapan ne sorumluya, ne uzmana, ne sisteme ne de devlete güvenim yok benim. 

 

Bu sistemde diplomalı cahiller yetişiyor. Ve bu sistem mevcut rant alanının daha da büyüyüp gelişmesine katkı yapıyor. Anne babanın hedefi çocuğunun iyi bir üniversitede okuyup eğitilmesi ve topluma faydalı bir insan olarak yetişmesi değil. Anne babanın bir tek hedefi var çocuğunun en iyi para kazanacak bir alanda okuması. İyi para kazanmak iyi bir eğitim almaktan çok eğitime iyi bir para harcamakla olabiliyor ne yazık ki.

 

Ben eğitimci değilim elbette. Bu lafları etmekle haddimi aşmış da olabilirim. Ama ben bir babayım ve bu sistemde üniversiteye iki çocuk yetiştirdim. Çarpıklığı görmek için eğitim uzmanı olmaya gerek yok. Şimdi konuyla ilgili küçük bir araştırmamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Ben Ankara’da yaşıyorum. 3-4 yıl önce oturduğum semtte bir araştırma yaptım. Fen lisesi, Anadolu lisesi, düz lise ve kolej dâhil lise düzeyinde 7-8 okul vardı. Dershanelere gelince 49 tane dershane saydım. 8-10 kilometrelik alanı kapsayan bir semtte bu kadar dershanenin olması eğitim sistemindeki çarpıklığı ortaya koymuyor mu? Ki bunlara 3-5 kişilik gruplara evinde özel ders verenler dâhil değil. Kısacası bir liseye yedi tane dershane düşüyor. Başka bir çarpıcı durum ise dershanelerin verdiği eğitimle liselerde verilen eğitimin birbirinden farklı olması. Oysa dershanelerde de, liselerde de üniversiteye öğrenci yetiştiriliyor. Ve ülkemizin en gözde kolejlerinin öğrencileri de dershanelere gitmekte. Özel okullarda bir öğrencinin yıllık maliyeti ortalama 15-20 bin TL arasında değişiyor. Pastanın aslan payını oluşturan büyük şehirlerde dershanelerin bir öğrenciyi ÖSS’ye hazırlama maliyeti kitle ve büro dershanelerine göre 5.000 TL ile 20.000 TL arasında değişiyor.  Dershaneler ve özel okullara akan paralar düşünüldüğünde mevcut sistemin eğitimi ticari bir meta haline getirip tüccarların eline bıraktığını görüyoruz. Devlet ÖSS sınavlarında kendi eğitim ve öğretim müfredatına göre soru sormuyor. Dershanelerin eğitim ve öğretim tekniğine göre sınav yapılıyor. Bütün itirazlarımız tüccar zihniyetli eğitim sistemini besleyen bu yöntemedir.

 


Gelinen Nokta İçler Acısı

Şüphesiz nasıl bir eğitim olmalı sorusuna verilecek cevap, dershanelerin olmadığı, bilginin parayla satılmadığı, herkesin yararlanacağı bir fırsat eşitliğinin sağlanacağı sistemdir. İktidarın dershaneleri kapatma ile ilgili attığı adımlara bakıldığında henüz çok netleşmese de fırsat eşitliğinden çok eğitimin daha da özelleştirilip sermayenin eline bırakılacağı görülüyor. Dershanelerin devlet teşvikiyle özel okullara dönüştürülmesi başka ne anlama gelir? Eğitim bir nevi ticarethanelere bırakılırsa sonuç bugünden daha kötü olacaktır. Dershanelere akan paralar bu sefer özel okullara akacaktır. Zira sayıları 70’i aşan ve kimileri reklamla ayakta durmaya çalışan vakıf üniversiteleri de üniversite mi, şirket mi sorusuyla karşı karşıya. Sonuçta çocuklarımızın ilkokuldan başladığı yarışı üniversiteye girmesiyle de son bulmuyor. Aynı yarış KPSS, KPDS ve ALES gibi sınavlarda da sürüyor. İşe girmek için üniversiteyi bitirmek yetmiyor, bu sınavları da en iyi şekilde geçmek gerekiyor. Üniversite sınavlarına kontenjanın on katı öğrencinin girmesi, istihdamın on katı diplomalı iş gücünün piyasada dolaşması sadece eğitim tüccarlarının işine yarıyor. Eğitim fırsatından çok devlet eliyle sömürü fırsatı yaratılıyor. Bunlara rağmen mademki üniversiteye girilemiyor, mademki üniversite bitirenler işe giremiyor devlet okullarının yanında ticarethaneye dönüşmüş bu kurumlar niye var?  Mademki bir işe yaramayacak bizler bu kadar zorluklara katlanıp çocuklarımızı neden dershanelere ve üniversitelere gönderiyoruz. Bunda bir çelişki yok mu? İneğini satıp çocuklarını dershaneye gönderen anne babaları bilmiyor muyuz? Kamu hizmetlerinden elini eteğini çekmeye çalışan devlet eğitimden de büyük ölçüde elini çekerse bu ülke insanının hali nice olur?

 

Dershanelerin özel okullara dönüştürülmesini istemiyoruz. Devlet oralara harcayacağı parayı kendi okuluna ve çocuklarına harcasın. Eğitimin sermayeye bırakıldığı, bilginin parayla satıldığı, herkesin eşit olarak yararlanamadığı bir sistemde demokratik eğitimden söz etmek mümkün değildir. Sosyal devlet anlayışından yoksun, insan temelli olmayan, vahşi kapitalizmin öne çıkardığı küreselleşme ve hür teşebbüs anlayışıyla sunulacak eğitim hizmeti paran kadar eğitim anlayışından öte bir şey değildir. Bütün bu çabalar ülke geneli için bir anlam ifade etmeyip yüzde onu bile bulmayan mutlu bir azınlığın işine yaramakta. Çünkü sermaye için sosyal devlet anlayışı, eğitimde fırsat eşitliği ve her bireyin eğitim hakkı gibi kavramlar birer palavradan ibarettir, insanlar için aldatmacadır. Her şey apaçık ortada.

 

13-02-2014, 21:39
Geri gel